252 210-Mektub

(Cesedi terbiye eden rûhdur. Kalıbı terbiye eden kalbdir) sözünün açıklanmasını istiyorsunuz. Yavrum! Bu sözlerin ikisi de, birşeydir. İn­sandaki Âlem-i halkdan olan maddelerin, Âlem-i emrden olan latîfeler ta­rafından terbiye edildiği bildirilmekdedir. Cesed kelimesinin, rûh ile bir­likde kullanılması âdet olduğu için ve kalıp ile kalb kelimeleri de, birbiri­ne benzediği için, edebiyyat bilgisine uyarak böyle yazılmışdır.

Nasîhat istiyorsunuz. Yavrum! Bu bozukluğum ve dünyâya dalmış hâ­lim ve bilgisizliğim ve başarısızlığım ile, size nasîhat vermeğe kalkışmak­dan hayâ ederim, utanırım. Fekat, emr-i ma’rûfdan kaçınmakdan da kor­karım ki, hasîslik ve alçaklık yapmış olmıyayım. Bunun için, birkaç kelime yazmağa kendimi zorluyorum. Yavrum! Dünyâda kalmak zemânı pek az­dır. Bu kısa zemânın çoğu da boş yere geçmiş bulunuyor. Pek azı kalmış­dır. Âhıret zemânı ise sonsuzdur. Orada başa gelecek şeyler, bu birkaç gün­lük işlere bağlıdır. Bundan sonra, yâ sonsuz ni’metler, zevkler veyâ bitmez tükenmez azâblar, acılar vardır. Muhbir-i sâdık, ya’nî hep doğru söyleyici, bunları haber vermişdir. Elbette olacaklardır. Aklı olan kimsenin, durma­dan çalışması lâzımdır. Yavrum! Ömrün en kıymetli zemânları, boş yere geç­di. Allahü teâlânın düşmanı olan nefsin isteklerini yapmakla tükendi. Şim­di, ömrün en kıymetsiz, başarısız zemânı kaldı. Artık, bununla da, Allahü teâlânın beğendiği işleri yapmaz, kuvvetli zemânda elden kaçırılanı, kuv­vetsiz, kıymetsiz zemânda yakalayamaz isek ve az bir emekle ve kısa bir sı­kıntı ile, sonsuz râhat ve ni’metlere kavuşmaz isek ve sayısız çirkin işleri­mizi, az bir iyi işle örtmez isek, yarın kıyâmet gününde, Allahü teâlânın hu­zûruna ne yüzle çıkabiliriz? Oraya ne özr ve behâne götürebiliriz? Bu gaflet uykusu ne vakte kadar sürecek. Gaflet pamuğu kulaklarda ne kadar kalacak? Birgün, gözlerden perdeyi kaldıracaklar. Kulaklardan gaflet pa­muğunu çıkaracaklar. Fekat, fâidesi olmıyacak. O zemân pişmânlıkdan, utanmakdan başka yapılacak şey olmıyacak. Ölüm gelmeden önce, yapa­cak işi bilmeli. Yüzü ak olarak, Allahü teâlâyı özliyerek cân vermelidir. Ön­ce, i’tikâdı düzeltmek lâzımdır. Dinden olduğu tevâtür yolu ile, ya’nî çok kimselerin söylemesi ile zarûrî olarak bilinen şeylere inanmak elbette lâ­zımdır. Bundan sonra, fıkh kitâblarında yazılı olan şeyleri öğrenmek ve yap­mak zarûrîdir. Bundan sonra da, tesavvuf yolunda ilerlemek gelir. Fekat bu, kimsenin bilmediği şeyleri öğrenmek, kimsenin görmediği gizli şeyleri görmek için de değildir. Nûrları, renkleri görmek için değildir. Bunlar oyun, keyf verici şeylerdir. Herkesin gördüğü şeyler ve renkler yetişmiyor mu ki, bunları bırakıp da, riyâzetler, sıkıntılar çekerek, bilinmiyen şeyler ve renkler aranılsın? Bu şeyler ve renkler de, o şeyler ve renkler de, hep Allahü teâlânın yaratdığı şeylerdir ve Onun varlığını ve yaratıcı olduğunu gösteren işâretlerdir. Bu madde âleminde bulunan güneş ve ay ışıkları, Âlem-i misâldeki nûrlardan, renklerden katkat dahâ üstündür. Fekat, bunlar her zemân görüldükleri için ve âlim de, câhil de gördüğü için, kıy­met verilmiyor, herkesin bilmediği, görmediği nûrlar aranıyor. Fârisî mıs­ra’ tercemesi:

Kapı önünde akan su, bulanık görünür!