435 287-Mektub

Böyle başka söylemeleri, yukarda bildirdiğimiz ayrılıkdan ileri gelebilir. Bu sö­zün doğrusu, Muhammedî olan, geri dönmekden korunmuşdur. Başkala­rı için bu korku vardır. Sâlik fenâya kavuşdukdan sonra, varlığının eseri de yok olur denildiği gibi, yalnız varlığı yok olur, eseri yok olmaz diyenler de olmuşdur. Bu sözün doğrusunu, biraz açıklamak ister. Şöyle ki, Muhamme­dî olan sâlik fânî olunca, hem kendi, hem de eseri yok olur. Başkalarının ise, eseri yok olmaz. Çünki, sâlikin aslı olan sıfat yok olmamışdır. Bunun zılli de yok olmaz. Burada bir incelik vardır, şöyle ki:

Aynın ve eserin yok olması demek, görünmemeleri demekdir. Varlıkla­rı yok olmak değildir. Varlıkların yok olması ilhâda ve zındıklığa yol açar. Tesavvuf büyüklerinden bir çoğu, kendisi yok olur dedi. Eser yok olmaz de­diler. Eseri yok bilmek, eserin yok olacağını söylemek, ilhâd ve zındıklık olur dediler. Burada da, sözün doğrusu, Allahü teâlânın bildirmesi ile bi­zim söylediğimizdir. Ne kadar şaşılır ki, vücûd yok olur dedikleri hâlde, ken­disi de yok olur demişlerdir. Çünki, vücûdünün kendisi yok olur demek de, eser yok olur demek gibi, ilhâd ve zındıklık olur. Sözün kısası, kendisinin de ve eserinin de vücûdü yok olamaz. Aynın ve eserin de şühûdleri yok ola­bilir. Yok olmuşdur da. Fekat, yalnız Muhammedî olanlarda yok olmuşdur.

Muhammedî olan Evliyâ, kalb makâmından büsbütün kurtulmuşlar, kalbin sâhibine kavuşmuşlardır. Hâlleri değişmez. Mâsivâya köle olmak­dan tâm âzâd olmuşlardır. Başka Evliyâda eserlerin vücûdü bulunduğun­dan, hâlden hâle dönerler. Kalb makâmından dışarı çıkamazlar. Çünki, eser­lerin varlığı ve hâllerin değişmesi (Hakîkat-i câmi’a-i kalbiyye)den olur. Baş­ka Evliyânın şühûdleri, perde arkasında olur. Çünki, sâlikin varlığı ne ka­dar çoksa, aranılanın perdeleri de o kadar çok olur. Eser kaldıkca, perde de bu eserdir.

MA’RİFET 3: Eğer sâlik, bilinen sülûkden başka bir sülûk yolu ile, yük­sek mertebelerden bir mertebede, rabbi olan isme yetişirse veyâ bu isme ye­tişmiyerek, bu mertebede fânî olursa, buna da, (Fenâ-fillah) demek doğru olur. Bu mertebede (Bekâ) da böyledir. Fenâ-fillahı bu ism için söylemek, bu fenâ, başka fenâların mertebelerinin birinci mertebesi olduğu içindir.

MA’RİFET 4: Sülûkün çeşidleri vardır. Birçoğunda önce, cezbe yokdur. Birçoğunda ise, önce cezbe vardır. Birçoğunda da, sülûk yolundaki konak­ları geçerken, cezbe hâsıl olur. Bir başkaları, sülûk konaklarını geçer. Fe­kat cezbe hâsıl olmaz. Sevilmişlerde, cezbe önce olur. Öteki çeşidleri, seven­ler içindir. Muhiblerin, ya’nî sevenlerin sülûkü, bilinen on makâmı geçmek­dir. Sıra ile, birer birer geçilir. Mahbûbların, ya’nî sevilmişlerin sülûkünde, on makâm, topdan hâsıl olur. Sıra ile, birer birer geçmelerine lüzûm kalmaz. (Vahdet-i vücûd) bilgisi ve buna benzer olan, ihâta, sereyân, Zât-i ilâhînin ma’ıyyeti gibi şeyler, önce olan veyâ ortada hâsıl olan cezbelerde olur. Cezbesiz olan sülûkde ve müntehîlerin cezbelerinde, böyle bilgiler hâsıl ol­maz. Bunu yukarıda bildirmişdik. Müntehîlerde hâsıl olan (Hakk-ul-yakîn)in de, tevhîd-i vücûdîye bağlı olan bilgilerle bir ilgisi yokdur. Her nerede, tevhîd-i vücûdî sâliklerinin makâmlarına uygun olan hakk-ul-yakîn bildiril­miş ise, bu, mübtedî olan veyâ ortada olan meczûbların hakk-ul-yakînidir.